31 Aralık, 2015

Kozmik Detoks Sağlıklı Diyet Kitabı



Sayın Ahmet Maranki’nin eşiyle birlikte yazdığı kitap. Maranki kitaplarından okuduğum ilki. Genel olarak iyi sayılabilir. Ahmet maranki tıp alanında değil Endüstri mühensiliği ve sosyal siyaset alanında bilim adamlığı ünvanlarını almış. İlk dikkatimi çeken detay bu oldu. Eşi Elmas hanım tıp fakültesi yüksekokulu mezunu ve fizyoterapi gibi alanlarda eğitimi var. Bu aslında şunu gösteriyor.
1-) Herşey diplomayla olmuyor.
2-) Uzmanlardan el almak, sertifika edinmek de konu uzmanı olarak size kapıları açıyor.
Kitap hakkında eleştiride bulnumak gerekirse baskısı çok düzensiz. İçinde üst üste çok tekrarlar var. Aynı cümle belki paragrafı ilk 100 sayfada 4 kere okumanız muhtemel. Acemi bir akademik yazı gibi olmuş. Ben bile o kadar tekrar etmiyorum kendimi. İyi bir okumayla hem kitap daha düzenli olabilir hem de kısalabilir. Mesela başka bir konuda da tablo burada denmiş devamında araya başka konu konulmuş o konunun sonuna eklenmiş tablo 6-7 sf sonra. Bu sevmediğim yönü. Tabii ben kütüphaneden aldım kitabı. 2012 basımlı. Sonraki baskılarda düzeltilmiş olabilir durum. Bir de arada reklam kokan hareketler sezinledim :) Eşimle bu konuyu tartiştik o satış amaçlı ürettiği ürününün tanıtımını kitabında yapmasının normal olduğuna; ben ise sadece ürünün adını belirtmesinin yeterli, kendi markasını koymasının gereksiz olduğuna karar vererek kapattık konuyu. Gerisi size kalmış.:)

Kitapta birçok şeyi bulabilirsiniz. Masaj hareketleri, nefes teknikleri, özel duruşlar, sebze-meyvelerin özel faydaları. Kitaptan bayağı birşey öğrendim. En fazla aklımı çelen alkali-asidik meselesi oldu. Halbuki kitapta o kadar geniş yeri yoktu. Alkali beslenme hep duyduğum ama sadece su içmekle olduğunu zannettiğim birşeydi. Cehaletin gözü kör olsun:)  Ragner Berg alkali-asidik tablosu çok ilgimi çekti.

İşte bu tablo bana birçok şey anlattı. Şu an bir diyetteyim onunla ilgili bir yazı da hazırlanıyor süreç devam ederken. Diyette bazı gıdaların neden yasak olduğunu bu kitap bana çok güzel anlattı. İncelerseniz birçok öğün sonrası çektiğiniz hazımsızlık, şişkinlik, gaz meselesinin bununla ilgili olduğunu görürsünüz. Herşey çok yemekle olmuyor:)
Kitapta ayrı bir bölümde yemeklere ve tariflere yer verilmiş. Detoks içeceklerini, otellerde pişirilen yemekleri en ufak detayına kadar anlatması, günlük programları gün gün yazması ilk başta oluşan reklam kokan hareketler algımın sönmesine neden oldu. Hangi saat ne yenilmeli, nasıl pişirilir bulabilirsiniz. Şeker hiç kulanılmadan yapılmış tatlılar var, hepsi bal ile tabii :) Mesela Osmanlı pilakisinde kereviz de eklenmiş tarife. Nohutun gazını almak için ıslatılan suya 1 dilim bayat ekmek ve tuz atılması da püf noktalardan olarak verilmiş. Enginar dolmasına bayıldım. İçinde bulgur,pirinç,kıyma hiçbiri yok. Sadece sebzeler.
Radyasyon çayı da hepimize çocuklarımıza bile içirilmeli bence. Sitesinde tarifi vardı netten de bulabilirsiniz. Malzemeler her mutfakta olabilecek malzemeler.
Kitapta tarih yazmasa da ayın durumuna göre temizlik/detoks yapılması sanırım olayı “kozmik” boyuta taşıyor. Amenna med-cezirin etkisi var elbet. Herhalde ayın küçük olması yahut küçülmesi gerekiyor. Hicri ayın ikinci ve 3. haftaları yapılıyor kürler. Aidin Salihte de temizliklerin ayın henüz gözükmediği ilk günlerde yapmanın daha faydalı olduğu yazıyor.
Detoksun ne olduğunu artık hepimiz az çok biliyoruz. Gülben Ergen’in de geçen gün okuyorum diye paylaştığı Daniel Reid’in Detoks kitabı bu kitabın da kaynakçasında var. Bir de V.E. Irons’ın Sağlıklı Yaşam ve Detoks kitabı. Kitapta Alkalize or Die kitabından da bahsediliyor ama sanırım tercümesi yok henüz. İngilizce okumak isteyenlere önerilebilir.

Maranki, parazitlere ciddi önem veren bir şahsiyet. Çeşitli kürleri var ama kitapta yok. Kitapta nasıl bulaştığına, nasıl kurtulunacağına dair bilgiler var. Kaplıca ve termal suyun şifalarına, egzersizlere, katkı maddelerine, alkali suyun önemine, masajlara, nokta vuruşlara, nefes tekniklerine ve benzeri konulara da kitapta yer verilmiş. Önemli çok güzel ifadeler de var. Buradan sonra kitabın 20 tl etiket fiyatı olduğunu ve bir kere okunmasının fayda sağlacağımı söyleyerek alıntılar yapacağım. Aklımda kalması için yazmam en iyisi.
  • 1931 yılında  Dr. Warburg vücudu asidoz(fazla asit) ve hipoksiden(oksijen yetersizliği) kurtararak kanser hücrelerinin öldürülebileceğini bularak Nobel tıp ödülü almıştır. Kan ve vücut sıvıları alkali yapılarak bu durum sağlanabilir. Bir de radyasyondan uzak durmak elbette..

  •  Zaman zaman bedeni temizleyin. 1, 3, 7 günlük açlık oruçları tutun. Kesinlikle bağışıklık sisteminiz güçlenir.
  • Sebzeler temizleyici, meyveler besleyicidir.
  • Nefes sayılıdır, kader ömrü uzamaz ama kalan ömrünüzü kaliteli ve dik yaşarsınız.
  • Kalın bağırsak hastalığında belirtiler(ilginç gelenleri yazdım sadece bildiklerimizi değil); baş ağrısı, sivilce, konjonktivit, sinüzit, bronşit, astım, uykulu olma hali, seste bozulma
  • Kan asidozundan kaynaklanan rahatsızlıklardan ilginçleri; mide ekşimesi, sedef, sinüzit, aşırı yorgunluk, artrit, saç dökülmesi, vajina enfeksiyonları, depresyon, hiperaktivite, mantar hast..
  • Parazitler insan vücudunda eşeysel bölgeleri etkilediği gibi, özellikle erkeklerde kısırlık ve böbrek rahatsızlıklarına sebeptir.
  • Detoks programının hedefi asidik kalıntıları, hafif alkalik olan kan,lenf ve diğer vücut sıvılarının içinden dengelerini bozmadan çıkarmaktır.
  • Kan pH'ı 7.3'ün altına düsmemelidir, bu noktada su çok önemlidir.
  • Bilinen en hızlı alkalik yapıcılar havuç, pancar, elma gibi taze sıkılmış meyve ve sebze sularıdır.
  • Kronik asidoz kanda Mg ve Ca gibi alkalik minerallerin eksikliğinden oluşur. Diş çürümesi ve osteoporozun ana nedeni budur.
  • Himalaya tuzu mineral destek için kullanılmak istendiğinde 1/3 çay kaşığı tuz bir bardak suda eritilerek içilir. 
  • Deterjan, sabun ve şampuanlarda asidik olan tercih edilmelidir. Çünkü cilt ph ı hafif asidiktir. 
  • Asidik artıkların neden olduğu ana hastalıklar vardır. Osteoporoz, gut, kolesterol, diabet, böbrek, hipotansiyon vb..
  • Damarlar ve kan asidik olursa böbrekte damar duvarına yapışır v asidik klora dönüşürler, bu da taşa dönüşür.
  • Safra çamur ve taşları karaciğer kirliliğinden ileri gelir. Onların dökülmesi için 2-3 defa beden temizliği yapmak gerekir. Bazı durumlarda arka arkaya 3-4 arınmadan sonra arınma gerçekleşebilir.
  • Asit perhizi yapmak diyetin ilk adımıdır. Beyaz şeker, nişasta, yumurta, süt ürünleri dahil hayvansal gıdaları beslenmeden çıkartmak gerekir.
  • Gazlı bir içeceğin verdiği asidik ve CO2 li ortamı dengelemek için 32 bardak alkali su içmek gerekir!!!!
  • Pırasada çok önemli bir element olan Manganez bulunur. Emilim için demir, kalsiyum ve çinko içeren gıdalardan ayrı alınmalıdır. 
  • Havuçtaki keratonoid maddesi kan şekerinin kontrolünde önemli etkiye sahiptir. Yalnızca çiğ havuç bu nedenle diabet hastalarına faydalıdır. Havuç suyu içilirken A vitamini emilimi için azıcık zeytinyağı katılmalıdır.
  • Brüksel lahanası(her ne kadar asidik olsa da) en zengin K vitamini kaynağıdır. 
  • Vücudunuzun ihtiyacı olan proteini rahatlıkla fındıktan karşılayabilirsiniz. Artık madde bırakmadan protein verir.
  • Hıh, Hah, Hay, Hu kalbin sesidir.
  •  
  • Detoks süresince; sera domatesi, salça, tuz, un, şeker, terayağ, katı yağ, et ve tavuk ürünleri, beyaz ekmek, unlu mamüller, patates, pirinç, un, nişasta, yoğurt, süt ve peynirçeşitleri, siyah çay, nescafe, kahve kullanılmamalıdır. (Tuz himalaya/kaya tuzu sadece)
  •  
    İşte bu son cümle beni asıl bitiren olay.. Bundan sonraki yazılarda kendi detoks sürecimden bahsedeceğim biraz..






Kaynaklar:
1) http://www.saglikliyasamhaberleri.com/saglikli-beslenme-formulleri (30.12.2015 tarihinde resimler oradan eklenmiştir.)

26 Kasım, 2015

Hangi Suyu İçmeli



Merhaba yurdumun güzel insanları.. İnsan hiçbir şey yazmak yapmak istemiyor kötü haberler duydukça. Her gün de en az bir tane geliyor senin de kulağına biliyorum. Dünya böyle bir yer artık. Son günlerde iyice felsefik düşünür oldum. İnsanlara yasak koymak çözüm değil, bunu artık birilerinin anlaması lazım. İnsanların kendilerini iyi eğitmiş annelerin çocuklarına ihtiyaçları var. Eşimle konuştuğumuzda 3 çocuk diyor, ben anne baba ahlaklı, dinini yaşamaya çalışan insanlar, neden imkanımız da varken daha fazla olmasın diyorum. Hazır zaten okulsuzluk düşünürken çok çocukla bir zamanların popüler dizisi “Kalabalık ve Mutlu” olarak yaşar gideriz.


E efendim başlık başka içerik başka diyorsun, azıcık lafı uzattım affola. Hamilelik deyince aklıma geldi, ikinci hamileliğimde 9 ay boyu su içemedim, tüm sular koktu burnuma. Bir iki marka takıldım kendimce. O zaman böyle bir araştırma yapmış olsaydım şimdi bu kadar üzülmezdim.
İçme sularımızda florür, klor ve bilumum zararlı maddeler varmış efendim. Florürün etkisinden cok etkilendim. Çünkü direkt epifiz bezi bunu çekiyormuş ve kendisinde bu durum  kireçlenmeye neden oluyormuş. Epifiz bezi, hani şu üçüncü göz denilen, resmedilen muhteşem 3 hormon salgılayan muhteşem küçücük varlık.


Nazi kamplarında yahut birçok yerde insanların itaat etmesi ve yüce güçlerle bağının kesilmesi için sulara florür(fluoride) karıştırılıyormuş. Ne güzel değil mi, bizim ülkemizde de dişçiler inatla florürlü macun tavsiye ediyor. Sadece o değil borulardan gelirken karışan pislikler, lağım suları, katı metal atıklar.. Bunlar hep biz insan ırkının kenidinin yaptığı ve kendinin bulduğu şeyler. Su hakkında öyle şeyler okudum ki çok uzun süre su içemedim. Durumun bu kadar vahim olduğunu tasvir edip çözüm odaklı yaklaşalım.

1. En iyi yöntem; kaynak suyu kullanmanız. Hayır, size damacanayla gelen değil. Kendiniz gidip bir kaynak bulmalı ve oradan taşımalısınız. Tazeliğinden emin olursunuz ve güneş ışığında beklemediğinden. Çünkü su da bayatlar. Cam şişede birkaç saat ömrü olduğu söyleniyor. Toprak testide daha uzun ömürlü oluyor çünkü toprağın mineralleriyle alışveriş yapmaya devam ediyor. Nasıl bulurum koca şehirde belediyenin el atmadığı su demeyin. Osmanlı’dan kalan çeşmeler varsa onları sorabilirsiniz. Bazıları halen kaynak suyuyla devam ediyor. Yahut da benim gibi kentin su müdürlüğünü ararsınız: “Sizin su vermediğiniz çeşme var mı?” diye sorarsınız :) Yaptım, evime de nispeten yakın bir tarif aldım. Onun dışında kendi köyümde babamın sondajının suyunu, eşimin köyünde ise köy çeşmesinin doğal kaynak suyunu kullanmaya gayret ediyorum. Üstün bir lezzet beklemeyin sulardan benimkilerde yok en azından. Ama sağlıklı olduğunu bilince ondan başkasını istemiyor canınız. Yeni doğan yahut hücreleri bile yeni atılan bir evladınız varsa epifiz bezinin 1-2 yaş arasında olgunluğa erdiğini, günümüzün erken ergenliğinin sebeplerinden birinin de epifiz bezi kireçlenmesi olduğu düşünüldüğünü aktaralım.
2. Ev içi yapılacak yöntem. Tipik steril su hazırlanır. 5 dk kadar kaynatılır, altı kapanır. Mümkünse cam/emaye kapaklı bir kapta buzluğa atılır. Cam ise kabınız 1/3 ünü doldursanız daha iyi edersiniz. Yarısında bile patladığı oluyor. Yahut sürekli donup donmadığına bakmalısınız. Bu yüzden emaye saklama kapları kullanır oldum. İçine su doğruuu dolaba… Çıkınca eridikten sonra 24 saat içinde tüketmelisiniz. Yalnız çözünürken dikkat edin, kabın dibinde kalan tortu varsa-ki onlar olmazsa olmazlar bizde- onlar içine tekrar karışmasın. İlk müsait olduğu anda yeni bir kaba aktarın orada çözünsün. Su kristalleri yani buz kristalleri aralarına yabancı maddeleri kabul etmezler. Dolayısıyla kar tanesi berrraklığında bir su elde etmiş olursunuz.
3. Başka bir yöntem; dışarıdaki halis muhlis steril suları kullanmak; yağmur ve kar. Burada dikkat edilmesi gereken şey, 15 dk sonra suyu toplamaya başlamak. Çünkü bu iki güzel mucizenin ilk anları havayı mikroplardan, kirlerden arındırmakla geçiyor ve biriktirdiğiniz su siz görmeseniz de bunları içerebilir.
4. Bu yöntem sadece inançlı olanlar için geçerlidir. İnternette her ne kadar şu meşhur su deneyinin yalan olduğuna dair yazılar okudumsa da ben Kur’an’ın şifalı özelliğine inanıyorum. Kaynattığınız suyu mümkünse yahut aciliyeti varsa(önermiyoruz) normal suyu bir bardağa alın. Bir bardak daha olsun yanınızda. İki bardak arasında besmele yahut ayetler eşliğinde sırayla aktarın; 3-5-7 kez. Ne kadar dilerseniz. Sonra bu hareketlendirilmiş suyu için, bekletmeden için. Başka bir şekli ise suyu şişeye koyup 1-2 dakika boyu onu çalkalamak. Bu sayede suya hareket kazandırmış, ağırlığını atıp hafif içilesi hale getirmiş oluyorsunuz.
5. En zorda kaldığımda uyguladığım yöntemdir kendileri. Suyu bir şişeye doldurup içine bir kapak dahi olsa zemzem koymak. Zemzemin mucizevi etkisi malum. Suyu kendine benzetiyor molekül yapısı olarak. Gerçek zemzem olan sular yıllarca dursa bile yosun tutmaz. Zemzemin şifalı özelliğini değerlendiriyoruz böylece. Tüm su zemzem oluyor. Sirke ile de yapılabilir belki o da suyun molekül yapısını değiştiriyor. Tavsiyem zemzem.. Çaklkalayıp içmekte ve besmele çekmekte yarar var.

Su; bedenimizin, dünyamızın en önemli parçası. Tüm hücrelerde su bulunur, dünyadaki su oranına eş şekilde. İkisini de muhafaza etmek görevimiz. Kaliteli su içen kaliteli yaşam sürer. Çünkü o su içeride işleniyor, tükürük, idrar, kan, süt haline geliyor her birimizin bedeninde ayrı ayrı. Kendimizi, sevdiklerimizi seviyorsak eğer ilk önce sağlıklı yaşama buradan başlamalıyız. En önemli en elzem şey bir insana sudur. Susuz yaşanmaz ama aç yaşanabilir 40 gün boyunca.
Ben ettim siz etmeyin, bilinçli olun, sağlığımızı basit hatalarla kaybetmeyelim. Arıtıcılara gelince filtrelemeyle zararlıların yanısıra bazı minerallerin de filtrede kaldığı söyleniyor. Kimisi de sudaki minerallerin zaten insan vücuduna faydası olmadığını iddia ediyor.Bu konuyu iyice irdelemek, uygun marka bulmak gerek. Kullanmadığım, araştırmadığım şey hakkında yorum yapamam. O yüzden en kolayı ya evde yapmak yahut kaynaktan getirmek.
Bu konu hakkında ufkumu genişleten Aidin Salih, Kemal Özer ve Azra Kohen’e teşekkürü bir borç bilirim. Resimler görsellerden alıntıdır.

Festivale Veda ve Son Sözler

Görmemişin festivali olmuş tutmuş ne gördüyse post yapmış :).. Durum öyle değil.. Daha önce festivallere katıldım bulunduğum illerde lakin bu dopdolu birşeydi. Normalde filmi zevk yahut kültür amaçlı izlersiniz ama ortalama 120 dk girdi çıktı derken 3 saat sadece bir film için harcanır. Bazen karşılığı alınır bazen alınmaz. Yapılan yol, bilet, yiyecek harcamaları da hariç daha. Bu festival bambaşkaydı. Ücretsizdi. Bundan mıdır bilmem sıralar çoğunlukla boştu. Farkındalık da önemli tabii. Aslında bazen insanlardan cüzi de olsa birşeyler almak gerektiğine inanıyorum. Yoksa kadir kıymet bilmiyor çoğusu. Festivali bugün bitirdik. Hepi topu 4 oturuma katılabildim. Bazılarında yarıda girdim bazısında yarıda çıktım evde bekleyen iki çocuk olunca. Birine hele ikisiyle gittim Mekan vs için birşey demeyeceğim ama çok büyük ayıp etmiş Ortahisar Belediyesi. Tamam belki çok lüks bir festival değil. Madem destek verdiniz, salon ayarladınız, temsili olarak birkaç kişi gelseydi bari sizden. Yahut belediye sayfasında bir tanıtım olaydı, panolara, kamu binasına afiş asmaktan bahsetmiyorum bile. Gariplerin festivali oldu bir nevi. Adana’da ise belediye yahut düzenleme ekibi festival süresince çocuklara atölyeler düzenlemiş. Hiç değilse bir oyun odası sağlamış ilgilenen birileri de olan. Burada da olsaydı keşke. Gerçi benden başka bir kişi daha çocuklarla gelmişti. Yine de mesele düşünce farkı, bilmem anlatabildim mi?


Konuşmacıların ismi verilmiş ama kim olduklarını bilmiyorum ki dinleyeyim. En arka sayfada her birine bir kaç sıfat sıkıştırsalar ne güzel olurdu. İlle özgeçmişe gerek yok. İlgi/uzmanlık alanı, konuşacağı tema/konu yeterli olurdu. Özgeçmişlerine tek tek baktım. Yazılarını okudum ama konuları ilgimi çeker mi bilemediğimden evdeki durumun ne olacağını öngöremediğimden birtek Pandomim sanatçısıyla söyleşiye katıldım.
Ata bey daha önce Trabzon’da tiyatroya misafir sanatçı olarak katılmış. Beden ve ruh ile ilgili konuştu biraz birlikte etkinlik yaptık, soruları aldı. Güzeldi. Biraz daha makyajlı pandomim gösterisi bekliyordum o hevesle gitmiştim, ama konuşması, bilgilendirmesi de ayrı güzel oldu.
Seneye neler yapmayı düşünüyorum festivale dair. Hemen Sn. Fatma Şahin’e mail atacağım. Seneye Gaziantep’te de yer almasını istiyorum bu festivalin. 20 tane ilden bir tane Diyarbakır var doğu ve güneydoğuyu temsilen.Yakışır mı? Çevirmenlik vs için faydam olursa diye haber vereceğim, izlediğim filmleri sevdiklerimi tavsiye edeceğim. Elimden gelen bu kadar. Şimdi gelelim kapanış filmime..

 PUN PUN FARM(ÇİFTLİĞİ)
İzlediğim en neşeli ve canlı filmdi. Müziklerine bayıldım. Çok doğal çekilmiş. “Baştan alayım mı?” diye başlıyor film gerisini siz hayal edin Pi Jo var başkahraman, çiftlik kurucusu. Çiftliğin boyutları nedir tam anlayamadım ama içinde çalışan bir genç, aşçı, permakültür tasarımcısı ve yemek yiyen birçok insan vardı. Pi Jo ailesiyle yaşadığından ve çocukları olduğundan bahsediyordu. Çok tatlı şeker bir bilge adam. Hayatta en önemli şeyin “eğlence” olduğunu savunuyor. Dini düşüncelerime göre haz odaklı bir yaşam doğru değil. Lakin bu adamın bahsettiği öyle cismani, bedensel haz değil ki hak vermeyeyim? Adam ruhani hazzın peşinde. Bir ürün yetiştirmenin, mutlu çocuklar büyütmenin, dünyayla barış içinde olmanın ve sürekli öğrenmenin hazzını yaşıyor. Sistemi reddediyor. Para, iş, okul bunlar hep sistem tuzakları diyor ve çocuklarına ev okulu yapıyor. Bayıldım bu adama.. Sistem daha fazla para kazanmanız ve onu size harcatmak üzerine kurulu benzeri düşünceleri var. Geçenlerde rastgeldiğim Meksikalı Balıkçı ve Amerikalı hikayesi düşüyor yine aklıma.. İyi ki dünyada böylesi insanlar var diyorsunuz izlerken..

Pop lakaplı bir delikanlı filmin başrolünü ele almış. Tipik davranışları, benzetmeleri, çarpıcı konuşma şekli dili bilmeseniz de sizi etkileyecek düzeyde. O kadar paylaşımcı ve cömert ki.. Mesela şu mantıkla bakıyor olaya ve şöyle diyor:“Ben bir müzik grubunu seviyorsam onu senin de, onun da herkesin de dinlemesini isterim. İşte tohum da böyle. Ben yiyorsam ve çok lezzetliyse –burada öyle tarif ediyor ki neredeyse ağzınızın suyu akıyor, anlatmıyor yaşıyor anları- bunu sizinle de paylaşmak isterim. Arkadaşlık, iletişim sadece sözle olmaz, eylemle de olur.”
Bir de şunu diyor “İnsanlar eğer kendi gıdalarını yetiştirmek istiyorlarsa bu onlar çılgın yahut aptal demek değildir; normal olan onlar”.. Çok etkilendim ben bu sözden. Normal olmaya çalışmak ütopya olarak görülüyor artık. Kendi ekip biçtiğimi yemek yahut güvendiğim insanlarla takas etmek/paylaşmak istiyorum. Bu içimde günden güne büyüyen bir özlem. Ve biliyorum ki ben koşulları yaratacak olan değilim, ama O(celle celaluhu)’nun yaratması için elimden geleni yapacağım. İyi bir tohumu kuşlar bile bilir deniyor. Kuş beyinli deriz ya hakaret olarak, şimdi onlar bizden zeki olmadı mı?


Dayanıklı tohum laboratuvarda üretilmez. Siz tohumu torunlarınıza ve sonraki nesillere bırakmak için yerin altında uygun koşullarda bile saklasanız, gün gelip onlar bulsa nasıl yetiştireceklerini bilmezler ki.. Sonuçta hepsi çöp olur. Tohumu güçlendirmenin ve onu torunlarınıza bırakmanın tek yolu insandan geçer, daha fazla insana bunu anlatmak.
Filmde acı bir gerçeği öğrendim. Önceden 100.000 çeşit pirinç ekilen ülkede şimdi çeşit 5000 e düşmüş. Her çiftçi bahçesine birkaç farklı çeşit pirinç ekermiş. Çünkü o mevsimin yağışı bol mu kurak mı geçeceği önceden bilinemez. Çiftçi böyle yaparak her halukarda satacak ve yiyeceğini elde etmiş oluyor kısaca.


“Başladıktan sonra teknik ortaya çıkar” sözünü de çok sevdim. Hani bir nevi anlamak çözmenin; başlamak bitirmenin yarısıdır gibi. Önce bu işlere başlamak gerekiyor ve yine Pop’un dediği gibi tekrar tekrar ve tekrar aynı şeyleri yapmaktan zevk almak. Hayatta aslında birçok şeyi bu tekrarlarla öğreniyoruz. Küçük oğlum şu an atma döneminde. Ben buna yer çekimi keşfi diyorum. Ağır-hafif, çok yüksek-alçak, aynı-farklı demeden her şeyi atıyor bir yerlere. Çamaşır asarken balkondan aşağıya attığı mermer parçası pik noktamız oldu. İyi ki kimse zarar görmedi. Tüm sokak toplandı tabii. O gün öngörememiştim böyle olacağını yeri gelmişken günah çıkarayım. Herseyi bir daha yapıyor defalarca ve defalarca. Belki de hayatta başarının anahtarı buradadır. Ortaokulda çok da hazzetmediğim bir Arapça hocamız vardı. Sürekli bize ezber verir, dersi boş bırakırdı. Hocam yaptık bu sayfayı geçtik desek de: “Et tekraru ahsen velev kane 180” derdi. Yani 180 kere de olsa tekrar iyidir. Hani şu tek kollu judocu çocuğun hikayesini bilmeyen varsa o da buradan okusun.
Velhasıl Pun Pun bana göre festivalin açık ara birincisiydi. Bazı filmlere gitmekten hususi kaçındım. Hayatımızda birşeyler yolunda gitmiyor evet. Dünya, insanlar, ortam herşeyden belli oluyor bu. Mevcut durum analizi yapılıp iç karartmak yerine ben bu sorunu nasıl aştım tarzı yaklaşımları daha çok seviyorum. Pun Pun tam da böyle. Ferrrarisini satan bilge modunda bir Pi Jo ve bazı yerlerde engelli olduğunu düşündürecek kadar fazla doğal Pop. Kısa film kategorisinde Pun Pun, uzun metrajda da “Permakültür Perspektifiyle Yaşamak” benden ödül alan filmler vesselam..

22 Kasım, 2015

Festival Güncesi 2

Bugün hayatımın en güzel günlerinden birini geçirdim festival sayesinde. Ve bir senedir yaptığım çalışmalar meyvesini verdi. Eşim bana artık daha iyi bir insan olduğumu, bunu daha net fark ettiğini söyledi. Öyle iltifat olsun diye değil -laf aramızda öyle niyeti olmaz zaten:)- harbi harbi söyledi yani. Artık daha sakinledim, daha bilinçliyim. Daha az tüketici, daha çok türetici/üretici olmak için çabalıyorum. Kapitalist sistemin birçok şeyinden uzak kalmaya uğraşıyorum. Hayatta birçok şeyi özellikle çocukları, insanları, bireyleri yani olduğu gibi kabul etmeye çalışıyorum. Belki de bunlar beni güzel yapanlar..
Başka bir yavaşlama, hayat telaşını, tüketimimi azaltmama yöntemi de permakültür araştırmaları olmuştu benim için. Önce hangisi sonra hangisi bilemiyorum lakin Annemin Kitaplığı bana yardımcı oldu. Şule Seda Ay yani. İlknur Urkun sonra.. Onların yazılarından paylaştıklarından bu kavramı öğrendim. İletişime geçip okudukları kitapları vs öğrendim. almak birtakım nedenlerden kısmet olmadı henüz. İlk kitap siparişi için beklemedeler listede. Permakültür Türkiye adlı birçok gruba katıldım ama halen tam anlamamıştım ne olduğunu. Sonu kültür diye bir yaşam biçimi olarak düşünüyordum. Cahilmişim :)

Yukarıda gördüğünüz bu film sayesinde gerçeğe aydım ve neler neler öğrendim. Öncelikle sizinle paylaşmak isterim.


Bir kere tarım İngilizce’de “agriculture” olarak ifade ediliyor. Agrarian= toprak/toprağa ait demekmiş culture ise zenginleştirmek. Permanent=kalıcı ve agriculture’ın culture’ını alıp birleştirmişler. Kalıcı tarım anlamına geliyor bir nevi. Ama asıl dert sabitlik anlamında değil süreklilik, sürdürülebilirlik anlamında kalıcılık.. Çünkü günümüzde kimyasallar, gübreler, zirai ilaçlar ve hatta tarımda makine kullanımı ürün verimini arttırırken toprağın verimini kaybettiriyor. Makine olmadan tarım yapan bir bayanın(Susan) anlatımına göre çiftçiler topraklarında %4-5 organik madde bulunmasını arzu ederlermiş, analiz yapılmış ve onun bahçesinde bu oran %18 çıkmış. Çoğu çiftçinin hayalinden bile öte yani..

Filmde yaklaşık 20 kadar insanın hikayesini, yapmaya çalıştıklarını öğreniyoruz. Kimi taşkın yapan yağmur sularını aktaracak bir tasarım yapıp yağmur bahçesi kurmuş, kimi New York’ta çatıda 3-4 mahalleye yetecek kadar sebze ekip biçiyor, kimi banliyöde yaşamayı nasıl avantaj haline getirdiğini anlatıyor. Yapılabilirliği ispatlamak adına en çorak yere bahçe kuran da var, domuzcuklarını bile öpe koklaya büyüten de, eski hükümlüleri hayata kazandırmak için gönüllü permakültür tasarımı öğreten de.. biliyor musunuz en çok neye şaşırdım? İnsanlar bu kadar iyiler ve iyilik yapabiliyorlarken belki birçoğu Allah’tan uzak.. Diğer yandan din adına kıyım yapanlar var. Buradakiler tek bir bakterinin, böceğin rızkını düşünecek kadar hassas insanlar. Onlar için dua etim film çıkışında hidayet vesilesi olması için bu iyiliklerinin. Bir tanesi zaten bu minvalde şunları diyordu filmde: “Normalde kötü giden birşeyi durdurmak bile başarıdır. Ama kötü giden birşeyi iyiliğe çevirmek size ruhani olarak da gelişme sağlar”. 
En çok hoşuma giden olaylardan biri Permablitz partisiydi. Bize en son transfer olan parti “baby shower” gibi adı, havalı da duruyor değil mi? Yok efendim, bu bildiğiniz imecenin süslenmiş hali. Yardıma mı ihtiyacın var? Düzenle bir permablitz, komşular çoluk çocuk gelsin o gün senin işin bitsin, başka gün onun. Aslında bir nevi mantı günü de sayılabilir :) Yurdumda her türlü örneği mevcuttur bu işin.
Başka bir nokta son yıllarda sürekli dile getirilen “ayak izi” meselesi. Karbon ayak izini azaltmalıyız, biz insanlar bu dünyayı bu hale getiriyoruz. Bizden başka canlıları tehdit edip yetmiyormuş gibi kendine de zarar veren başka tür yok. Bunları her yerde duyuyoruz değil mi? İşte bu noktadan hareket eden insan ne kadar az yaşarsam o kadar iyi, zarar veriyorum ben kötüyüm, yaşamasam daha iyi gibi kaygılara sürüklenebilir. İntihara kadar götürebilir bu düşünceler. Nitekim geçenlerde böylesi nedensiz bir intihar haberi okumuştum 20’li yaşlarına bile gelmeyen bir gençten. Ama burada amaç birşeyleri iyileştirmek, kötü gidişi durdurmak olunca varlığınız da anlam kazanıyor. Ayak izinizi küçültmek değil aksine büyütmek istiyorsunuz. Bunu başka insanlara da yaymak ve tüm dünyaya faydalı olmak.. Ne kadar güzel bir amaç değil mi?

Permakültürde bitki, hayvan, insan iç içe.. Bitkiler bile iç içe. Meşhur 3 kızkardeş var mesela: Mısır, fasulye, kabak. Fasülye toprağa azot sağlıyor, mısır gölge yapıyor, kabak da (işte onu unuttum öğrenip yazarımbir yerden). Mesela filmde dere otu ve lahana diye tabir edilen iki bitki gösterdiler. Biri karalahanaya benziyordu ama diğeri sarı çiçekli bir ottu bizim bildiğimiz dere otundan değil yani. Lahananın yaprağını yiyen böcek dereotundan dolayı lahanaya dokunmazmış mesela. Genelde hatta simbiyotik şeklide fayda sağlanıyor türler arasında. En dikkat çekenlerden biri hayvan, ot, toprak ilişkisiydi. Eğer bir ot toprağa düşerse, toprak halini alması çok uzun sürüyor ve o kadar değerli olmuyormuş niteliği. Halbuki bir koyun/hayvan yediğinde ve dışkıladığında hem daha çabuk topraklaşıyor hem de besin zenginliği artıyormuş. Adamcağız koyunları satın aldığım zamana kadar bu kadar yüksek verim elde etmemiştim diyor.
Ah bu mesele komposta varıyor. Midem kaldrımaz diye çok araştırmak istemiyorum ama dünyanın kuralı belli. Kompost için çöpleri gönüllü toplayan bisikletçiler var bunları kompost haline getiriyorlar. Evindeki tuvaletten en değerli(!) kompostu üretiyorum diyen insanlar var. Bu hadislere ve sünnet yaşayışına ters geldi bana. Bizde hacet giderirken suya, ağaca yapılması kerih görülür, kötüdür yani. Ama 6 yıl bekleyip sonra salınınca değişir mi durum bilmiyorum. Bir de içimizde taşıdığımız hastalıkların da oradan çıkma mevzuu var kafamı karıştıran.. Neyse önce bir permakültürü öğrenelim, sonra kompost yaparız :)
Yalancı iğde diye not almışım bir de. Sadece azot bağlayabildiğini ve çalı olarak kullanıldığını bulabildim netten. Önemli özellikleri vardı ki not almışım. Karaciğer ve bilumum alt organlar için de çok faydalı bir meyve. Türkiye iklimine de uygun olduğu hatta hatta erozyonu engellediği yazıyordu bir yerde. Umarım belgeseli bir daha izleyebilirim de tekrar not alırım.
Son notumu da mantar yetiştiriciliği üzerine not almışım. Herkes bilir herhalde kültür mantarı talaş üzerinde belli nem, ısı dengesiyle tesislerinde yetiştirilir. Burada daha güzel birşey yapılmış. Bazı budanması gereken ağaçları budamışlar bazıları kesilmiş ve ortaya çok fazla kütük çıkmış. Yıllık yakacak depoları dolmuş ama hala kütük varmış ve onlar da kütükte mantar yetiştiriciliğine başlamışlar. Düşünce o kadar basit o kadar yalın ki.. Sadeliğin güzelliği diye ben buna derim işte. “E zaten yere atsak çürümeyecek mi bu kütükler? Biz bazı yerlerini deliyor ve içine mantar bırakıyoruz. Gerekli ısı ve nem ortamını orman kendi sağlıyor.  Tabi bazı günler aşırı yağış yüzünden farklı görünüyor mantarlar ama olsun. Bir sene sonra hasata başlıyoruz. O kadar da verimli oluyor ki..” Aşağıda shitake mantarı resmi görüyorsunuz. Çok da lezzetli imiş kendileri.


Festivalin bugününde bir de Tarımın Geleceği  filmi vardı. Onu da izledim. Lakin ne not almışım ne de aklımda kalmış. Filmdeki görüntüler aklımda. Genel olarak Hindistan’da herkesin kimyasalla tarım yaptığını kendilerinin bundan vazgeçtiklerini yoksa tarımın bir geleceğinin olmadığına dair vurgu yapılıyor diyebilirim.
Permakültüre dair aklımda kalan son birkaç şeyi daha paylaşayım. Her yaprak ve meyvede bakteriler olduğu ama hepsinin zararlı olmadığı tıpkı bağışıklığı güçlendirmek için eczaneden probiyotik almak gibi onlara da probiyotik uyguladığını söyleyen bir çiftçi vardı. Kendi hazırlıyormuş karışımı da. İlaçlar gibi traktörle sıkıyor ağaçlara. Aynı insandaki mantık gibi geldi hakikaten. Bağırsaklarımızda bakteriler dolu. Hasta oluyoruz zararlı bakteriler giriş yapıyor vücuda. Antibiyotik almak zararlı-yararlı hepsini katlediyor. bu sefer daha farklı sorunlara daveitye çıkarıyor. İnsan bu durumda  sirke, sarımsak vb bağışıklık güçlendiren antibiyotik özellikli destek alırsa yararlı bakterilere zarar vermeden iyileşmesi mümnkü oluyor. Ağaçlarda bu neden yapılmasın?
Doğalanneyim blogu sahibesi Başak hanım özgeçimişinde hayvanlara doğal bakım yöntemlerinin araştırırken böyle yapanların kendilerinin ve çocuklarının da böyle yaşadıklarını gördüm diyordu. Aslında herşey bütüncül değil mi? Son söz olarak sizce permakültürü bir kültür çeşidi olarak anlamakta doğru muyum yanlış mıyım?

21 Kasım, 2015

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali




 Merhaba sayın seyirciler,
Bugün size festivalden canlı yayın yapıyoruz. Tüm Türkiye’de eşzamanlı yürütülen bir festivalden: Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nden.. Nereden duydum nasıl duydum ilk hatırlamıyorum. Lakin herhangi bir blogda görmediğimden eminim. Kimse izlenimini anlatmamış, o yüzden giderken biraz çekindim. Bu yazıyı da benden sonrakiler için ele alıyorum zaten halihazırda festival devam etmekte şu an. 3 günün 1’i gitti 2’si kaldı. Ben festivale Trabzon’dan katılıyorum. Yerlisi olmadığım için yapılacak yeri bile arayıp nasıl gideceğimi öğrenmek zorunda kaldım. Eski Trabzon hapishanesi, yeni Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi’ndeymiş gösterimler.
Gelelim filmlere.. Önceden şu sayfadan filmlere baktım. İlgimi çekenleri tek tek yıldızlandırdım, tabii tanıtım metin yahut fragmanlarına göre. Çoğu kısa film olduğundan fragmanları yok. Süresi 50 dakikanın üzerinde 6 film var sadece. Toplam 18 film. Oturumlar müzik, pandomim, söyleşi gibi etkinliklerle desteklenmiş hatta zenginleştirilmiş. Hayatımda ilk defa pandomim izlemeye gideceğim mesela bugün. Tv’de izlediklerim sayılmıyor. Trabzon’da bir pandomim sanatçısı olduğuna şaşırdım, belki festival için gelmiştir hatta.
Benim favorilerim tarım ve permakültür üzerine olanlar tabiii ki.. Dün izlediklerim de favorimdi. Şimdi de iki bebeyle festival nasıl izlenir sorusunun cevabına gelelim. Öncelikle program oluşturulur. Saat 14.00’teki ilk oturumdaki 3-4 film dikkat çekicidir, izlenesidir. Toplamının 23 dk süreceği hesaplanır. girdi çıktı derken 1.5 saat idare edebilecek bireyler aranır. Babanın 14’te randevusu vardır. “İş yerine getireyim 1 saate gelirim, arkadaşlar idare ederler, mesafe yakın” teklifi kabul edilmez. Bakıcı aranır ulaşılamaz. Hala vazgeçilmiş değildir. Yan komşunun ziline basılır. Büyük bebe filmlerde idare edebilir bari küçüğü bırakıp çıkayım denilir. Lakin atalarımız ne demiş: “Elden gelen aş olmaz, o da vaktinde bulunmaz”. Netekim her daim evinde oturan komşu teyze evde yoktur. Normalde bu kadar gözümde büyütmez alır giderdim ama filmlerin yarısından fazlası İngilizce dolayısıyla Türkçe altyazılı takip etmem gerekiyor. Neyse Ya Allah dedik başladık çocukları giydirmeye. Saat 13’ü geçiyor bu sıra, telefon çaldı arayan bakıcı. Kadının suçu yok Pazartesi işbaşı yapacaktı, böyle bir sürprizden de haberi yok oysaki azıcık dikkatli olsaydım önceki gün geldiğinde konuşurken bunu da rica edebilirdim. Efendim ulaştık velhasıl ama hem kadının programı var hem de onun eve götür yahut onun gelmesini bekle dersem geç kalırım. Dua et bari rahat dursunlar dedim kapattık.

Kültür Merkezi’ne gittiğimizde güleryüzle karşılandık daha 15 dk vardı seansa. Girişte basit iletişim bilgileri alıyorlar, festival tamamen ücretsiz. Haliyle iletişim bilgilerine bakınca tek ev hanımı olan bendim, herkes öğrenci :)  Şaşırdık mı?Hayır. Yalnız içeride salonda bir erkek olmasına şaşırmadım desem yalan olur. O da yönetmenvari şapkalı bir beydi. Seans başladıktan sonra cep telefonu yardımıyla gelen birkaç delikanlı oldu ama %89’un kız olmasını engelleyemedi bu durum. Kapalı ve açık bayanlar da vardı. Makyajlı da vardı, kimyasaldan uzak durduğu tavrından belli olan da. Yalnız tek çocuklu ve hatta bebekli bendim. Küçüğü slingden çıkaramadım, kalem vs ile oyaladım. Büyük de bazen sağa sola sataşarak, bazen “bu tırtılın burada ne işi var şimdi?” diyip sanat eleştirmenliğine soyunarak son buldu seans. Festivalin en dikkat çekici isimleriydik iki poz fotomuz çekildi.
Fimlerden bahsedeyim bir de..

Labirentteki İnsanlık: Bir sembolün adı bu (üstte gözüken). Yiyecek nakliyatı sırasında yiyeceklerin ne hale geldiği, bu yüzden maliyetinin arttığı, insanların almaya bazı bölgelerde güç yetiremediğini izledik. Arizona’da açlık çeken çocuklar olduğunu öğrendim mesela. Bir grup gönüllü, marketlerin yiyecekleri bozulup dökmesinden hemen önce kullanılabilir haldeyken alıp bu insanlara dağıtıyor. Tipik tarifle israf olmasın diye. Ayda mı yılda mı hatırlamıyorum ama 1500-1800 kg yiyecek kurtarıyoruz marketlerle iletişimde olarak deniyordu filmde. Kadın kendi çocuğu için ve herkes için bu çabanın haklı ve gerekli olduğunu söylüyordu.



Kaplumbağa ve Turist: Türkçe ve çocukla izlenesi bir film. Caretta caretta türünün Antalya Çıralı’da hayatta kalma serüvenini ve bir grup gönüllüyü izliyoruz. Fındığım bu filmde kaplumbağaların yumurtası olduğunu öğreniyor. Bebekken bile yüzme bildiklerini.. Soluksuz izliyor her kaplumbağa sahnesi bittiğinde üzülüyoruz beraber. Çünkü kaplumbağa nereye gitti ne oldu diye sormaya başlıyor, hayır efendim kısık değil gayet normal hatta bağıran sesle. Bu arada küçüğü kırk kat kıyafet ve sling içinden emzirmeye çalıştığım için müdahalede gecikebiliiyorum. Orada olanlar azur görsünler. Mesela -reklamını yapmakta sakınca görmüyorum- Orange Motel müdürü akşam 8’den sonra turistleri sahile indirmiyor, ışıklandırmalarını da kısıyorlarmış. Antalya’ya tatile gidersem bu bilinçte, bırakın insanları hayvanlara bile saygı gösteren bir yerde kalmak isterim açıkçası.


Doğal Bir Sistem ve Bir Tarım Felsefesi: İlginçtir el kitapçığında olmayan bir film. Hindistan’da tarımın nereden nereye geldiğini anlatıyor. Aslında genel olarak tarım anlatılan filmlerde genel mesaj şu şekilde: Mevcut sistemle verim artar, kısa süreli. Uzun vadede kaybedersiniz. Uzun vadede kazanmak istiyorsanız bu yöntemi değiştirmelisiniz.. Bu değişikliği komşularına rağmen yapan ve arazisini çoraklaşmaktan kurtaran az kazancıyla sürekli kazanacak bir adamın hikayesini izliyorsunuz bu filmde de..


Hızır Mayası: Farklı bir mayalama tekniği öğreten bir film olarak düşünüp gittim. Her Hıdırellez’de yapılan bir adetin anlatımıydı. Mayalamanın üstünde çok durulmamıştı. Ya da ben dikkatimi veremedim sürekli gezinen tırtıldan. Olay şu: Bir genç Hıdırellez sabahı kalkar, elindeki kaşıkla çiy taneleri toplar ve bununla sütünü yoğurt olmak üzere mayalar ve bu maya bir sene boyunca devam edermiş.
İlk günün özeti böyle, takipte kalın…

14 Eylül, 2015

30 yaş Sendromu :)

İki gün önce 30. Yaşgünümü geride bıraktım. Artık 30 yaşındayım. Başkaları ne düşünür ne hisseder bilemiyorum ama 30 benim en sevdiğim yaşım oldu daha ona gelmeden. Geçen sene 30 yaş şapkasıyla çekilmiş bir fotoğrafım bile var :)  
Benden neler aldı, neler getirdi bana bunlar yazmak anlatmak istedim kütüphanede ders çalışırken birdenbire. Önce iki çocuklu ve hala evli girdiğim bir yaş. 30 yaşta 2 çocuk, 40'ta 3. Belki daha bekarken hedeflerim arasındaydı bunlar. Olmuş. Daha önce demiştim Allah çok istediğim şeyleri ben unutsam bile benim için gerçekleştiriyor. Elhamdulillah çok şükür.. Kuantum denebilir ama ben Allah yarattı demeyi daha çok seviyorum. İnanç meselesi. Olmasaydı da yine gönlüm kırılmazdı çünkü bilirdim benim için hazırladığı daha güzel daha özel planları var. Bakın işte bundan bahsediyorum. 30 yaş öncesi ben böyle rahat değildim. Bu kadar makul karşılamazdım çoğu şeyi.. En önemlisi neyi fark ettim biliyor musunuz? Kafamda insanları kategorize etmişim. Evet, dış dünyamda arkadaşım olanlar bilirler, Çerkes, Abana, Laz, Kürt, Türk, Alevi, çarşaflı, solcu, budist, ateist, muhafazakar, açık, kapalı velhasıl her türden her tipten arkadaşım mevcuttur. Ne kadar sohbette fark gözetmesem de yine de bir kategori varmış zihnimde. Şimdi o kategoriler arası duvarlar siliniyor beynimde az kaldı.. Hissedebiliyorum.. En çok sarfettiğim cümle “ama o daha çocuk, aman boşver erkek, kadınlar hep böyledir” benzeri şeyler değil artık.. “Aman canıııımmm o da insan, hoşgör, hataları olabilir; madem hatayı farkedecek kadar sen bilinçlisin ona bu konuda yardım etmelisin” oluyor genel gidişat. Sadece başkasına değil, kendime de böyle söylüyorum kendimi kontrol edebildiğim zamanlarda. Rahat oldum, rahatladım. Çok sevdim diyorum ya ben bu yaşı.. Cahit Sıtkı olmalıydım ki 30 yaş üzerine şiirler yazayım.. 30 yaş kendisine itici gelenlere sesleniyorum. Ben dünkü aklımı beğenmiyorum ayol, siz ne diyorsunuz? 40’ıma da böyle mutlu, böyle bir sene evvelinden hevesle bekleyerek girmek istiyorum. Herşey 20'lerde kalmadı. Gençlik, güzellik mi? Tamam cilt eski elastikiyetini koruyamayabilir lakin içimde hiçbirşey eskisi gibi değil ki dışım da aynı olsun.. Zihnim değişti, algılarım, hayata bakışım.. merak etmeyin, din değiştirmedim bu sadece olması gereken bir dönüşüm, bir viraj hayat yolunda.. Biraz daha keskin öncekilere göre ama doğru yolda olduğuma dair tabelaları da menzile az kaldığını da gördüm bu eğimde ben. Belki menzile hiç varamayacağım lakin o yolda olmak bile çok güzel.. Neler sebep oldu bende bu değişime.. Öncelikle Aidin Salih.. Ağrılarımı, hastalıklarımı bile seviyorum sayesinde.. Sonra okuduğum kitaplar, yazılar, internette tanıştığım insanlar.. Güvenilir bir ortam değil internet kabul ama bu biraz da nasıl kullandığına bağlı değil mi? İsimlerini vermeden geçemeyeceğim birkaç kişi oldu. Onlar farkında bile değil belki bu yolculukta bana yaptıkları desteğe.. İlknur Urkun Kelso, Şule Seda Ay, Yasemin Aksoy ve daha başkaları.. Bunlar hayatlarını  belli kaliteye çıkarmış, belli şeyleri aşmış insanlar geldiler bana. Her insanın muhakkak zorlu yanları da vardır lakin ben onları tanıdığım halleriyle dervişimsi tavırlarıyla sevdim. Dervişimsi tavırdan kastım çok başka bir hal dünya ile ilgisizlik değil, zaten dervişlik öyle bir şey değil. Anlayan anladı.. Gülben Ergen'in de hakkını yemeyeyim. Yazdığı o güzel kitabı ben yazmışımcasına okudum. O kadar benlik bir hal vardı ki kitapta.. Nice kararlar aldım o kitabı okurken de.. Çevremde tanıdığım tanıştığım iyi ki buraya tayinim çıkmış dedirten insanlar, güzel sevgili geniş ailem ve onun her bir ferdi.. Bunların hepsi bende bu yazıyı yazmak ve onlara, en önemlisi Yaradanıma teşekkür etmek ihtiyacı doğurdu bende. 10'lu yaşlarımda keşfettiğim ve hayatımın şarkısı dediğim şarkı geldi şimdi aklıma.. Bilenler bilir.. Şebnem Ferah "Artık kısa cümleler kuruyorum.." Yaklaşık 15 senedir dilimden düşürmediğim, tüm zorluklar sonrası söylediğim şarkı.. Son cümle şarkının en sevdiğim sözüyle olsun.. Şarkı da benden tüm insanlara doğumgünü armağanım olarak gelsin.. 
“Hayatıma giren herkese, yaşanmış herşeye... Teşekkürler, büyüyorum sizinle....”
 

22 Ağustos, 2015

Alvababy

Ne zamandır böyle bir yazı yazayım istiyordum. Hep diyorum ya ben zor yoldan öğrendim, hayat bari okuyanlara, arayanlara kolaylık olsun.. Bebek bezinin zararlarını şuradan okudum, değiştirmek istedim. Biraz araştırdım baktım bir arkadaş 3 marka vermiş; Charlie Banana, Fuzzybunz, Bambino Mio. Hemen yine araştırmaya başladım. Ne olduklarını, nasıl birşeye benzediklerini çözene kadar haftalar geçti inanın. O yüzden bol resimli bir yazı bekliyor sizi bilginiz olsun.
Öncelikle kavramları kafamızda bir oturtalım. Yıkanabilir bebek bezi dendiğinde ne anlaşılır, nasıl parçaları vardır? Hani eskiden muşambadan 4 kanatlı bir alt olurdu, içine analarımız amerikan yahut patiskadan yapılma üç-dört kat kumaş sararlardı. Onu öyle bağlarlardı. Hıh, işte o dıştaki muşambanın adı artık cover :) Cover, yahut da (dış) bez dediğimiz kısım bu oluyor. Çeşitli şekilleri de var bunların kumaşları da. Çok araştırdım okudum. En güzeli kendir yahut yünden yapılma olanları ama Türkiye'de yok. Yünden olanı becerikli hanımlar örebilirler. İşte modeli:
 Satın almak isteyenlere burası olabilir. 25$'dan başladığını yahut o civar seyrettiğini belirtmek gerek. Neyse efendim benimki en makul şekilde her ortamda kullanacağım, bütçemi zorlamayacak seçimler olmalıydı öyle de yaptım. Aradaki patiskaya gelince onun da günümüzdeki karşılığı arabez yahut insert. 
Yurtdışından araştırma yapmak isteyenler baby diaper, cover, insert kavramlarına iyi aşina olsunlar diyeyim :)
Önce denemek amaçlı bir Charlie Banana(yazının kalan kısmında CB olarak geçecek) aldım. 60 tl'ye mal oldu bana. Neye benzediğini görmek istedim, sızdırır mı sızdırmaz mı vs. Arkadaşlar buradan söyleyeyim benim gibi 4-5 taksitte almanıza gerek yok. Bu yazıdan sonra gidin, ne aradığınızı bulun, alın siz de rahat edin bebeğiniz de rahat etsin.. Çıtçıtlı olması cırt cırttan daha avantajlı geldi çünkü 2 yaşındaki oğlum bile çıtçıt mantığını ancak sökmüştü ama cırt cırtı 6 aylıktan beri açıyordu. Gelen paketten bir cover, iki arabez çıktı. 


CB resmi

Gayet güzeldi etiketi okuyana kadar. Şu an silindiği için okuyamıyorum ama gelen ürünün doğal vs denmesine rağmen %80-90 gibi oranlarda cover(dış kap) polyester olması, arabezlerin komple mikrofiber olması canımı çok sıktı. Vazgeçmedim, araştırdım bütçeme uygun doğallığı nasıl yakalarım diye. Şu yazı  bayağı yol gösterdi sağolsun. Ebay, Amazon derken kendi sitesinden almak daha mantıklı geldi. İşte orada öğrendim Alvababy denen markayı. Yurtdışında anneler birleşip 100lü paketleri alıp maliyeti çok daha düşürüyorlar. Benim etrafımda ikna edebileceğim o delilikte insan yoktu yahut korktum :)
Siteye girdim Allahım ne modeller var ne alacağım bilmiyorum. Bir arabez biliyorum resimlere bakıyorum acaba arabez de içinde geliyor mu diyorum, geleni de var gelmeyeni de derkeeeeen günlerce de sipariş için orada kaldım. Önce site ve ekip hakkındaki düşüncelerimi paylaşayım. bir fırsat olsa da yazsam diyordum. Türkiye'de bile daha böyle iyi iletişim kuran firma görmedim. Toplam dört kez sanırım sipariş geçtim. İlkinde kargo sıkınıtısı yaşadık şurada anlattığım gibi. Bu vesileyle 49$ üstü alışveriş yapmanızı tavsiye edeceğim. Çünkü kargo takip linki geliyor size mail ile ve kaybolma/gecikme şansı yok en geç 12 günde geldi benim elime.İkincide insertleri unutmuşlar. Hemen mail attım anında dönüşle bizim hatamız oldu kusura bakmayın dediler. Gelen ikinci partiden de memnun olduğum için 3. partiyi de istedim farklı modeller de olsun diye. Araya kaynatırsınız o bezleri de dedim yaptılar. 4.de de swim diaper ve çabuk kuruduğu için mecburen polyester bezlerden sipariş verdim. Önce onu diyeyim de aradan çıksın. Swim diaper denen olguyu almak yerine bebeğiniz küçükse tüm vücudunu saran 50spf+ korumalı tam mayolardan almanızı tavsiye ederim. Ben siparişi verdikten bir hafta sonra siteye geldi. 2 yaşından büyük yahut tuvalet eğitimi almış çocuğunuza normal mayo almanızı tavsiye ederim. Büyük boyu almama rağmen çocuğun üzerinde pek bi eğreti durdu çünkü. Belki bizimki Afrikalılar gibi çok zayıf olduğundandır.
Evet gelelim bezler ve aralarındaki farklara.


En başından alalım en üstte gördüğünüz mavi bizim CB'mız. Kurtarıcımız oldu bütün kış. Kurumayan bambuların jokeriydi hep. Elde yıkayıp kuruttuğum çok oldu.Lakin içime sinerek kullandığımı söyleyemeyeceğim.
Olumlu özellikleri: kolay kuruması, sade güzelliği, lastiklerinin bacak boğumuna göre ayarlanabilmesi(hoş bizde hiçbir işe yaramadı), s ve m boyda iki insertle gelmesi.
Olumsuz özellikleri: yüksek oranda yapay kumaş içeriği, arabezin %100 mikrofiber oluşu .
Ortada gördüğünüz inek desenli olanın adı: AI2 4.0 Cloth Diaper With Double Gussets +1 Snap-in Insert. Yani iki parçalı, çift bariyerli 4.nesil kumaş bebek bezi. Sitede çok övmüşler firmanın en iyi ürünü demişler ondan almıştım. Bir de bambuları kurutamadığım için sürekli yağışlı ama güneş açmaz güzel memleketimde. İçeriği %100 polyester maalesef. Yani bebeğe değen her yeri yapay kumaş. Hem önden hem arkadan bez sokma-çıkartma cepleri var. Snap-in insert olayı ise bezi içten çıtçıtlıyorsunuz, kaymıyor. Çift bariyer çiş çıkışına engel teşkil ediyor. Bacakları sıkacak kadar da değil. Dış çıtçıtlar 3 er tane ile tutturuluyor yani çift sıra. Bezi açarken çok zoruma gidiyor bu kısım mesela. Hele de Tİ yaparken acele farkettiysem çocuğu hırpalamadan çıkmıyor. Onu yapmak yerine birer tane çıtçıtlıyorum. Bir de bebeğe değmemesi için polyesterin bambu kumaşı olduğu gibi altına seriyorum cebin içine sokmak yerine. Ben övüldüğü kadar memnun kalmadım. Fiyatı: 7.99$.
Olumlu özellikleri: çabuk kuruması, deseni.
Olumsuz özellikleri: %100 polyester, çift sıra çıtçıt, 

 Aynı sırada iç yüzlerinin resimlerini görüyorsunuz yukarıda da. Devam ediyorum. En altta gözüken ise: "Baby colorful reuseable pocket cloth diaper" denen bezlerden. Bazıları da bu pocket clothların tiryakisiydi tabiri caizse. Bari onu da deneyeyim dedim. Polyester alacaksanız bence bu diğerinden daha iyi. Bacağını sıkabilme ihtimali olan iki sıra lastik yok. Arkadan konuluyor bez sadece. Bambu bezler de benim bu mantıkta belki de alışkanlık. İki taraftan açılmasının bana bir faydası yok üstelik aralarında şimdilik 2.5$ fark var. Bence değmez ucuz olan da çok iyi iş görür.
 Olumlu özellikleri: çabuk kuruması, desen çeşidinin çok olması, tek lastik, makul fiyat.(5.59$)

Olumsuz özellikleri: %100 polyester, çift sıra çıtçıt.
Şimdi sıra geldi daha sağlıklı kumaş olan bambu bezlere..(insertler charcoal bamboo blended  en son değinilecektir.)
Bambunun özellkili bir kumaş olduğunu bilmeyen yoktur. Ben de bunu bilerek satın aldım. 2010lardan sonraki yıllar "rayon" tabir edilen benim kendimce iplik olarak tercüme ettiğim ama anlamını tam karşılamayan bir kavramın varsa etiketlerde yazılması zorunlu hale getirilmiş. Okuduğum yeri hatırlamıyorum ama orada rayonun zaten kendisinin antibakteriyel yapıda olduğu, bambu-mikrofiber hepsinde aynı özelliği koruduğu söyleniyordu. Ben aldıktan sonra okudum bu yazıyı. Bu durumda üzerinde rayon from bamboo yazan ile halis muhlis %80 bambu arasındaki net karara da varmış oldum.
Üstte mavi renkte görmüş olduğunuz rayon from bambu üretimi. Diğeri %85 bambu kalanı polyester, dış yüzü ise daha iyi bir plastik olan TPU. Bu TPU/PUL dış yüzeyde iyisi yok ikisi de plastik aslında hatta petrol türevi demek daha makul ama yapacak başka birşey yok. TPU daha kolay deforme olabiliyor yüksek sıcaklığa dayanmıyor en fazla 35C. Deforme olması doğada da daha kolay çözüneceği anlamına geliyor benim için ondan tercihim oldu.

Sağdakinden sitede tek model var maalesef. O da dışı minky denilen süetimsi tabakayla kaplı. Sitede şurada bulabilirsiniz. Fiyatı 6.70$. Benim en çok içime sinene bu bez oldu kullandıklarım arasında. Sanırım 6-7 tane kadar ile başı oçekiyor yıkanabilir bezlerin arasında. Çocuğun tenine değen yerin pamuğumsu kalın dokusu, dış yüzeyin kadifemsi dokunuşu, dıştan çıtçıtların tek sıra iki tane olması beğenmeme sebep. Tİ için giderken ya da alt değiştirirken alt üst iki ayrı bir de yanlarında 3 çıtçıt çok pratik gelmiyor bana. İki çıtçıttan birini yapıyorum zaten bunda da. amaç beze bağlamak değil, tuvalet iletişimi kurmak zaten. Bakmayın iyice saldığıma.. Aklım fikrim orada ama gün içinde devam ediyoruz. Lakin burası eşyalı bir ev ve başkalaırnın eşyalarına fark etmeden birşeyler bulaşır korkusuyla her daim bezsiz değil..
Neyse efendim gelelim özelliklerine:

 Olumlu özellikleri: kumaş birleşimi, çıtçıtlar, daha sık doku, dış yüzeyin plastiğinin kumaşla kaplı olması.

Olumsuz özellikleri:kışın Karadeniz'de üç günde kurumaz, kaloriferde 6 saatte kurur. Sık alt üst etmezseniz aşağıdaki fotolarda göreceğiniz gibi yanıklar oluşabilir :)
Sıra geldi mavi bambuya. İlk siparişim bu iki çeşit bezdi ve bir de alıştırma külodu şu kot gibi olandan. Pek bir afilli olacağını düşünmüştüm. Fındığın ufak kaçırmaları olabiliyordu 2.5 yaşındaydı.  Yalnız üst bel lastiği çok sıkı benden demesi. Kulanamadık kısaca. Short socks'tan da bahsedeyim. Ondan da aldım. Yalnız standart boy küçüğün bilekten yukarı çıkmadı neredeyse, büyüğe hiç denemedim. Çok sıkı tayt olarak giyilebilir belki ama bizimkiler dayanamaz öyle sıkıya, duruyor mecbur bir köşede. Mavi bambudan bahsediyorduk değil mi? İlk geldiklerinde eşim açık ara minky olanı tercih etmişti görüntü olarak, ben de tabii ki. Farkı şuradan siz de görebilirsiniz.

Hala elimde bir tane var maviden. Çünkü %80 rayon from bamboo ve gerisi polyester. Dışı da diğer bezler arasında en dandirik duranı. Mayo bebek bezi bile daha iyi duruyor yanında. %100 polyesterlerdense ilk önceliğim onu kullanmak oluyor tabii yine de. Kuruması da nerdeyse diğer bambularla aynı sürede çok az farkı var. Fiyat olarak da 6.99$. Yani gerçek bambu daha uygun şu an indirimde gözüktüğü için olabilir lakin geçen sene Mart'tan beri indirim devam ediyor. Sitede aynı bambuymuş gibi gözüküyor ama değil.
Şimdi de gelelim insertlere yani ara bezlere. Kullandığım üç çeşit ara bez var.

Yanda gördüğüz şekilde aynı boy ve ebattalar doğal olarak aynı standart bezlere sığmaları için. Sağdaki CB hediyesi. diğerini acemilik zamanımda restoranın birinde dalıp çöpe attım :)  Ortadaki sitede satılan %100 bambu bez. Sağdaki ise evdeeşimin bekarlık döneminden kalma rengi kaçmış banyo havlusunun arta kalanları. Havlunun yarısını diğer bezlere göre kestim makasla çift kat yapıp terziye götürüp overlok yaptırdım. Bende makine yok dikiş bilen, makinesi olan tanıdık da yoktu. Çareyi böyle buldum. Postada gelmeyen 8 bezin yerine yapmıştım geçici olarak. Ama en kolay kuruyan arabezlerim şimdi onlar o yüzden vazgeçilmezlerim oldular. Hem de %100 pamuk. Dokularına şuradan bakabilirisiniz.
Sitede 3 katlı bambu dışındaki alternatifleri ömermiyorum çünkü arada mikrofiber katman içerioyr mutlaka. 4-5 katlılar hep karma. Hatta bu yüzden AIO denen herşey içinde bezlerden de uzak durdum. İçine dikili olarak geliyor. Hem tamamını her daim yıkamak zorunda kalıyorsunuz hem de çıkaramayacağınız mikrofiber var içinde. Sadece bamboo  fitted diaper var aldığım tamamı 5 kat bambu dikişli bütün birşey. O da çabucak dışına veriyor, dışına ekstra bir cover koymak zorunda kalıyorsunuz.
Bir de bambu charcoal denen şu an yurtdışında popüler olan bir çeşit var. Onun için bambunun yakılarak daha dayanıklı hale gelmesi sağlanıyor ve bu yüzden grimsi renkte ama kat kat fazla emici oluyormuş. Şurada bahsedildiği üzere içindeki kömür tozları da cabası.
Velhasıl evde kullandığımız çeşitler bunlar. Kaç tane kullanıyoruz, nasıl kullanıyoruz, zor oluyor mu, nasıl temizliyor kurutuyoruz, liner denen olgu da neymiş gibi konular da haftaya kalsın bakalım..Bizim evde koca kişisi çocuk bakım ehliyetine sahip olmadığı için acil çıkış çağrısı var bana :)



baby colorful re-usable pocket cloth diapers with 1 insert - See more at: http://www.alvababy.com/index.php?main_page=product_info&cPath=144&products_id=2116#sthash.HIuQTFK7.dpuf

Alva Baby AI2 4.0 Cloth Diapers With Double Gussets+ 1 Snap-in Insert - See more at: http://www.alvababy.com/index.php?main_page=product_info&cPath=151&products_id=748#sthash.PDn1KLAX.dpuf
Alva Baby AI2 4.0 Cloth Diapers With Double Gussets+ 1 Snap-in Insert - See more at: http://www.alvababy.com/index.php?main_page=product_info&cPath=151&products_id=748#sthash.PDn1KLAX.dpuf
Alva Baby AI2 4.0 Cloth Diapers With Double Gussets+ 1 Snap-in Insert - See more at: http://www.alvababy.com/index.php?main_page=product_info&cPath=151&products_id=748#sthash.PDn1KLAX.dpuf


Hayaller ve Gerçekler...

Aaahh ah.. Ne hayallerim vardı. Neler ekleyecektim sayfama. Neler yapacaktım, nasıl ders çalışacaktım o gün o kara uğursuz gün.. Günün suçu yok aslında da suç atmaya alışmış milletiz. Herşey Allah'tan bunu kabul etmek gerekiyor bence önce. Sevgili okur, bu yazı iç dökmek amaçlı ele alınmıştır. Herhangi bir bilgi vaad etmez. Bilgi arıyorsan buradan sonra dönebilirsin çünkü bundan sonrası bir anne iç dökmesi..
Küçük oğlum, fıstığım, yeşil zeytinim Cumartesi akşamı ateşli havale geçirdi. Anlatmak istemiyorum yaşadıklarımı, tecrübenin ne berbat ama aynı zamanda ne de hayat kurtaran bir olgu olduğunu.. Bilgi içerikli anneleri uyanık, temkinli olmaya davet eden bir yazı elbette gelecek lakin şimdi erken. Benim için yani..
İki gün hastanede yattık 3 gece 2 gün.. Büyük oğlum, fındığım babayla evde kaldı, işe gitti. Bol bol hastane ziyareti yaptı. Yazık yavrumu arabanın bile gidemediği sağanağın altına atlet-don çıkarttık hastaneye geldiğimizde soğuktan titriyordu gecenin üçünde. Hastane sedyesinde hastabakıcıların sefkatiyle yeniden uyumaya çalışması, çok üşüyorum demesi hiç gözümün önünden gitmeyecek. Çocuk yok yere hasta oldu bizim yüzümüzden. Evde bırakılamaz ,şöfor lazım, birinin ilkyardımı devam ettirmesi lazım mecbur kalktı yola düştü yavrum gecenin darında. Buradan ben ne ders çıkarttım biliyor musunuz? Büyüklerle yaşamak gerektiği, geniş aile olmak yahut iyi komşular edinmek gerektiği.. Normal evimde olsa yan komşuma üst komşuma, apartman görevlisine gözüm kapalı bırakırım. Daha insanlığı ölmemiş, hal hatır soran, gidiş geliş yapan insanlar hepsi. Burada tek idik sorun o oldu.
Seneye dair herkesin ütopya dediğim hayallerim güçleniyor. Kendilerine neden bularak bir bitki gibi toprağa kendini sıkıca bağlayarak büyüyor. Bakalım beni gülüp geçerek karşılayan dünya mı, hayaller mi kazanacak?
Sahi hiç hayallerimden bahsetmedim değil mi?
Önümüzdeki sene tayin istenecek ve çıkacak. Ben isteğe bağlı ücretsiz izin hakkımı dilekçe ile isteyeceğim. Çok değil 10 ay. Sonrasında evimize geçeceğiz. Ama nasıl bir ev? "Mutlu Ev" şu an okuduğum kitabın adı, aynı onun gibi mutlu, sade, basit, yaşanılası bahçeli, şenlikli, ekolojik dengeyi bozmayan bir ev olmasını istiyorum. İçi Feng-Shuiye değil kıbleye göre düzenlensin, mimarı inşaat mühendisi, işçisi ben olayım, her taşında toprağında emeğim olsun istiyorum. Yavrularım yükselişine tanıklık etsin, sahiplensinler istiyorum. Hayvanlarımı koyacağım kümesler,ahırlar; bitkilerimi yetiştireceğim bayırlar olsun istiyorum. Çok değil. Niyetim satmak değil. Aslında elimde olsa Gaziantep'teki çocuklulara, hamilelere organik birşeyler yedirmek adına çok ekmek biçmek isterim. Belki günü birinde o da olur. Hayal değil mi bu ya? Hayalin de hayali olmaz mı :) Belik bir Ta-Tu-Ta çiftliği güneydoğu Anadolumuzdaki ilk çiftlik belki. Hayvanlarım hastalanınca kekik yesin, sineklerden lavanta ile korunalım. Gezinen tavuklarımı kesmeden önce belki böcek yemiştir iyice hazmetsin diye bir gece kapalı mekanda bekletip öyle keseyim. Yumurtaları bol gelirse arkadaşlara dağıtayım. Bulgurumu, tarhanamı damıma serip kendim kurutayım. Evimin sobasını yakayım. Böyle hayal mi olur? Sobayı sevmem yakmayı bile beceremem ama sabah bazlamaları, öğlen kumpirler, akşam yemekleri de kuzineli sobada pek datlu olur be...
Hatta az daha para biriksin bahçeye yahut eve yakın boş bir yere tüm köy çocuklarının oynayacağı bir çocuk parkı yapalım. Bizimkiler ve tüm diğerleri orada oynasınlar. Adam sabahları işe işçi dolmuşuyla gitsin arabasının egsozu çevreye zarar vermesin. Köyde acil bir durum, hasta olduğunda ben acemi şoförlüğümle nasıl olsa götürürüm hastayı yerine..
Okula bir gün başlarsam ya yeğenlerin yatılı kaldığı okul yahut yukarı köydeki yeni ortaokulda tanıdığım bildiğim çocuklarla olayım. Hatta ben de çocuklarım da mümkünse okula gitmeyelim. Ailece okulsuz olalım. Ne kaybderler ki? Okuma yazmayı geç mi öğrenirler? Hiç sanmam 6 yaşından itibaren tüm çocuklar ilgi duyuyor. Zaten geç öğrenecekleri vardı ise de bu okul sayesinde zorlanmamış olur daha güzel değil mi?
Benim kendi hayallerimde hep evde olan bir anne var. Ama ekonomik özgürlüğü de olan bir anne. Ne var sanki sabunumu kendim yapsam kül suyundan kazanlarımda, bulgurumu ektiğim ata tohumlardan yapıp kaynatsam, pulbiberi, nanesi, kekiği kurutsam, maraş ve un tarhanası yapsam daha da elimden ne gelirse.. İnsanlara faydalı olacak şeyleri başkaları 5 e veriyorsa ben 3 e versem. Yöre halkı Aydından organik domates almak ve ezilmeyenlerle iktifa etmek zorunda kalmasa.. Çok büyük değil hayallerim. Hem kendime hem insanlara faydalı olmak amacım; hepimizin amacı. Bugün okuduğum yerde emanetçi olduğumuz yazıyordu. Evet bu dünya emanet bu canlar emanet bize. Siyaset yapmayı konuşmayı sevmiyorum. Lakin vatanımda bize emanet canların gidişinde herkes gibi benim de yüreğim dağlanıyor. Birşeyleri değiştirmek lazım. Bu, dünyaya katkı sağlayarak da olabilir; siyasi söylem yaparak da; aktivist olarak da; iyi nesil yetiştirerek de.. Ve daha birçok şekliyle.. Ben benim dışımdaki nesne/canlılara en az zarar vermeye; bunu ailemde yerleştirmeye niyet ettim. Biliyorum ki bir kişi dünyayı değiştiremez ama onun sayesinde birsürü insan umut eder çalışır çabalar ise dünya değişir. Benim görmem mühim değil, yeter ki insanlık sağolsun...
Gece gece amma dolmuşum, yarın sabaha çok iş var. En önemlis de hayal kurmak.. Hayatım boyunca kurduğum bütün hayaller gerçek oldu Allahın izniyle. Bunun da gerçek olmaması için hiçbir sebep yok. Sadece bir 'Ol!' sözüne bakar. O zaman bana şimdi gülenlerle birlikte güleceğiz bu hale.Ve ben bu yazının tarihini evimizin temelini attığımız gün olarak kaydedeceğim :)
Sevgiler..

12 Ağustos, 2015

Tesettür Mayo 2015


görsel alıntıdır
Merhabalar, yine ve yeni bir yazıyla karşınızdayım. Karadeniz'in iklimi ve hava koşulları elverdiği sürece tatile devam ediyoruz. Sık sık yaşanan dalgalanmalar, suyun yükselmesi, güneşin tüm gün bir kerecik bile yüzünü göstermemesini geçtim şimdi de yağmurlara direnmeye çalışıyoruz. Giresun'da Ağustos'un 15i yaz 15 i kış geçer derlermiş :) Şimdiden girdik galiba kışa.. Neyse efenim araya taraya zorlukla bulduğum haşemacağızımdan bahsedeceğim bugün.
Ararken çok zorlandım, saatler kaybettim,tavsiye bulamadım. Benden sonrakilere bir hayrım olsun dedim. Öncelikle bana göre önemli şu bilgiyi sizlerle paylaşmak isterim.

Şimdi böyle bir girişin ardından nasıl yazacağım tavsiyemi?  Madem öyle şu yazıyla kafaları bir dağıtalım Ayşe Arman'a sevgiler gönderelim... Tamam şimdi oldu anlatayım. 
Bizim burada apartmanın kendine ait bir plajı var, yanda da içinde henüz kimsenin oturmadığı apartmanın plajı. Gündüz beylerin tamamı işe gidiyor. Sabah saatleri ve akşam dönüşte onlar giriyor.  O saatler eşimin deniz sefa saatleri. Ben ve çocuklarınki iki posta halinde olacaksa sabah 9-11 ve öğlen 12-15 arası birer saat olarak şekilleniyor. Sabah postasında Allahın hiçbir kulu ayakta olmazken öğlen postası misafrliğe gelen çocuklarla geçiyor. Bu yüzden vicdanen gayet müsterihim girdiğim yer ve zamanda. Bazen erkekleri görüp geri kaçtığım da oldu yalan değil, kim ne derse desin yarı çıplak bi adamla 3-5 m mesafede olamıyorum hele deniz gibi çok cazip bir ortamda. Fıtrat meselesi bu.. 
Neyse efendim, yukarıda resimde görmüş olduğunuz haşemaların 38 bedeni bendenize hediye gelmişti, daha doğrusu kilo alan bir arkadaştan hediyeydi. Geçen sene 6 aylık hamile halimle bile içine giryordum gerisini siz hayal edin artık :) Sorunu şu idi, hani kolları, beli, ayakları lastikli ya bunların; havuz-deniz neye girersen gir bir galon sualmadan çıkamıyorsun. O haşemayla yüzmek, profesyonel yüzücü kabliyeti istiyor, inanılmaz enerji harcatıyor insana. Çıkınca tek tek boşaltılan sular da denize yanlışlıkla düşmüş hissi uyandırıyor bende. Belki bedeni büyük olduğundan bilemeyeceğim, her seferinde bunu yaşamak bana fazla geldi. Su yutmadan kulaç atmak, denizin dibine ağırlıktan çökmeden suyun üstüne uzanmak istedim. 
Haşema bildiğiniz gibi Selpak-Peçete olayının aynısı. İlk çıkan marka olması hasebiyle böyle adlandırılıyor tesettür mayolar. Şimdi birsürü marka var ve onlar da halen devam ediyorlar. Benim acil ama çok uygun birşeye ihtiyacım olduğundan o markayı tercih etmedim, fiyatlara bakınca anlarsınız zaten ne demek istediğimi. İki markanın tasarımları hoşuma gitti; Adasea ve Odema.
Tarz olarak neyi alsam nasıl alsam diye düşündüm ama kesinlikle ayakları lastikli olmayacaktı. Mecburen tayt ayaklıları seçtim. Belki görselinden fark edemediğim modeller de olmuştur. 
Beğendiğim modeller:
Adasea 314

Odema 2113


Odema Hürrem
Adasea 1035

Adasea 2022

Bunlar arasından fiyat olarak en uygununu bulmaya çalıştım ve kalan renkler açısından kendimce en uygununu. Öyle şatafatlı şeylerde yoktu hiç gözüm olmaz da. Tesettür mayoda üstelik teni göstermemesi için koyu renk tavsiye ediliyordu. En son jileli ve jilesi de diz kapağında olan modellerden birinde karar verdim. Zaten boy dezavantajından mankende dizde duran bende baldır olacaktı, iyiki de öyle yapmışım. Fermuar dizde bitiyor. İki parça halinde salınan sağlı sollu kumaş ise baldırda. 
Tercihim renk ve modeliyle en son resimdeki ve üstünde yazan site oldu. Tıklaalbeni'den memnun kaldım. En uygun fiyat veren ve bedeni elinde bulunduran oydu. 115 tl kargo dahil aldım ve üstündeki etikette dahi 136,90 yazıyordu geldiğinde. Sipariş verir vermez gelen mail, kargo yola çıkınca ,tesliminde gelen mail ilk defa alışveriş yaptığım bu siteye dair bende olumlu izlenim bıraktı. 
Gelelim bu modeldeki artı ve eksilere.. İstediğim tarzda sade yapışmayan bir kumaş, kaliteli olduğunu düşündüğüm bir firma, uzunluğu ve kesimi benim için ideal. İçinden alt tayt, ust uzun kol body, dış jile, bone ve eşarp çıkıyor. İç mayo da konmalıydı bence yahut ona göre ek parçalar konabilirdi ürünlere. Yalnız bone ve eşarp noktasında sıkıntı yaşadığımı söylemeliyim. Tipik jarse kumaş suya girince açılıyor. Benim kafa çapımla alakalı da olabilir bu durum malum en-boy meselesi. Sık sık kontrol etmek ihtiyacında hissediyorum kendimi. Hatta bu yüzden boğazlı hürrem modelini mi alsaydım bile dedim. Onun da kol yapıısndan emin olamamıştım. Onun dışında yıllardır geri geri yüzememe uhdesine son verdim :) Her türlü yüzüyorum stil denemeleri yapıyorum kendimce. Gayet eğlenceli geçiyor. Hatta Fındığım(3 yaş) jilenin omuz kısmından tutunup bana yunus/deniz kaplumbağası muamelesi yapıp sırtımda yüzüyor :) 
Benim gibi arayanlara tavsiye ederim. Ben de bu yazıyı okuyanlardan sakin böyle evinin önünde kendine ait plajı olan yerleri yazmalarını rica ediyorum. Kadınların bile avret yerine dikkat etmediği günümüzde butik otel yahut muhfazakar oteller de tatil ihtiyacına çözüm değil.. 
Dönelim en başa.. Ayşe Arman'a bazı noktalarla katılmakla beraber, Cennet'te bizim erkeklerden daha fazla bu zevklere ereceğimizi umut ve niyaz ediyorum. Ben Rabbim için birşeylerden sakınıyor, istediğim zevklerimden birinden vazgeçiyorsam O(celle celaluhu) da muhakkak beni görüyor, kalbimi biliyor. Şu hadisi kutsi geldi aklıma vakit de seher vakti olunca:
Bir genç benim korkumdan harama bakmaktan gözünü çevirirse onun kalbine öyle bir iman veririm ki onun zevkini başka hiçbirşeyde bulamaz.
Sırf harama bakmak değil haram ortamdan da mümkün olduğunca kaçınmaya çalışmak belki yaptığımız. İyi mümin/müslüman olduğumu iddia edemem lakin müslümanların da helal dairesi içinde dünya zevkini tatmaları gerektiğine inanıyorum. Beş senede bir geldi bize bu fırsat mesela. Fazla uzatıp maksadımı aşmayayım, herkese selamlar, sevgiler...
(ilk görsel alıntıdır.)